Tarih 21 Nisan 2019’u gösterdiğinde, Ukrayna halkı sandığa gitti ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Volodimir Zelenskiy, oyların %73,22’sini alarak ezici bir zafer kazandı. Batı dünyası bu sonuçtan son derece memnundu, çünkü onların gözünde Zelenskiy, “doğru safta” yer alan bir liderdi. Dahası, o “kutsal demokrasi”nin ürünüydü; halk sandığa gitmiş, tercihini yapmıştı.The New York Times’ın manşetinde yer alan “Ukrayna’da Zelenskiy Zaferi: Yeni Bir Başlangıç” başlığı ve ,The Guardian‘ın 2019 yılında attığı “Zelenskiy: Batı’nın Umudu, Ukrayna’nın Geleceği” başlıkları Batı’nın duyduğu heyecanı net bir şekilde yansıtıyordu Ancak, gerçekten olan bu muydu? Halk kendi kaderini mi çizmişti, yoksa büyük güçlerin çizdiği bir senaryonun figüranları mıydı?
Zelenskiy göreve geldikten sonra Ukrayna’nın Rusya ile olan diyalog süreci hızla baltalandı. Batılı ülkeler, özellikle ABD ve İngiltere, Kiev yönetimini desteklediklerini açıktan ilan etti. Ukrayna bu desteği arkasına alarak cesaretlendi, çünkü Batı güçlüydü, Doğu ise bir tehdit olarak görülüyordu. Ancak Ukrayna, bu desteğin nereye kadar süreceğini doğru hesaplayamamıştı. Rusya’nın ilk yumruğu indiğinde Kiev yönetimi, Batı’ya dönerek “Ne zaman geliyorsunuz?” diye sordu. Batılı devletlerin cevabı ise açıktı: “Sen savaş, biz seni destekleyeceğiz!”
Bu destek silah, diplomatik açıklamalar ve ekonomik yardımlardan ibaretti. Ancak Ukrayna için asıl önemli olan doğrudan müdahale, yani NATO şemsiyesi altına alınmaktı. Fakat bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Batı’nın gözünde Ukrayna, ne kadar kendilerine yakın ve uslu görünse de, hala Rusya’nın “küçük kardeşiydi”. Rusya ile savaşa tutuşan Ukrayna giderek güç kaybederken, Batı’nın yardımları asla beklenen ölçüde olmadı. Sonuç? On binlerce ölü, harabeye dönen şehirler ve geri dönülemez bir yıkım…
Rusya da bu savaşın bedelini ödedi, ancak Batı’nın umduğu gibi diz çökmedi. Ekonomik yaptırımlarla köşeye sıkıştırılmaya çalışıldı, fakat Rusya dirençli çıktı. Küresel dengeler değişti, ticari ilişkiler yeniden şekillendi ama Moskova çökmedi. Öte yandan Ukrayna, savaşın en büyük kaybedeni oldu. Ülke, ABD ve İngiltere’nin peşinden giderek yıprandı, yıkıldı ve şimdi büyük güçler, Ukrayna’nın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını nasıl paylaşacaklarını tartışıyor.
Bu noktada, konumuz ne Ukrayna ne Rusya ne de Batı… Asıl soru şu: Demokrasi gerçekten halkın iradesini mi yansıtıyor, yoksa bir illüzyon mu?
Birini çok seviyoruz diye ona doktorluk ruhsatı vermezken, neden ülke yönetimi gibi hayati bir görevi sadece “halkın sevgisini kazanmış” birine teslim ediyoruz? Bir liderin sadece popüler olması, onun doğru kişi olduğu anlamına mı gelir? Seçimler, halkın gerçek iradesinin mi sonucu, yoksa medya gücüyle oluşturulan algının bir ürünü mü?
Zelenskiy, belki ülkesini çok seviyordu, belki samimiydi ama sevgi yeterli midir? Yönetim tecrübesi, diplomasi becerisi, kriz yönetimi gibi yetkinlikler olmadan bir ülke nasıl ayakta kalabilir? Demokrasi, gerçekten en iyi yönetim biçimi mi, yoksa duygulara oynayan popülist liderlerin sahne aldığı bir tiyatro mu?
Daha iyi bir yönetim şekli mümkün mü? Bu soruyu kendimize sormanın zamanı gelmedi mi?