Rıdvan Buğra ÖZDEMİR / Hak ve Hürriyetler Politika Kurulu Üyesi

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası bünyesinde Ankara’da gerçekleştirilen Aleksander Borodın “Prens Igor” Uvertürü; Wolfgang Amadeus Mozart “Korno Konçertosu No:4 Mi bemol Majör K.295”; Modest Mussorgsky “Bir Sergiden Tablolar” isimli bestelerin sahnelendiği bir senfoni sırasında istemsizce aklımdan şu sorular geçti: Türkiye’de sanat ve sanatçılar neden bu kadar sekülerleşmiş durumda? Bu durum salt son yüzyılın ürünü mü yoksa daha uzun süredir böyle miydi? Peki ya bu durumun müsebbibi sekülerler miydi yoksa muhafazakârlar mı?

Tüm bu soru ve sorulara cevap arayışları eşliğinde dinlediğim senfoninin sonunda işte bu yazıyı yazmaya karar vermiş, ortaya çıkacak soruna herhangi bir çözüm üretme gayesi içerisinde olmadığım, yalnız durum tespiti yapmak istediğim yazıma derhal başlamıştım.

Aslında söz konusu sorulara cevaplar aramak sanıldığı kadar kolay bir mesele olmayıp yalnız günümüz sanat camiasının ya da sanatçılarının incelenmesi ile tahlil edilebilmesi mümkün olan bir konu değildir. Bu sebeple Türk-İslam tarihinin başlarından itibaren sanatın ve sanatçının incelenmesi zaruridir.

Zira Türkler daha çok göçebe hayatı terk ederek yerleşik hayata geçtikleri dönemlerde kalıcı ve yazılı sanat eserleri ortaya koymaya başlamış; bu dönemlerin de İslamiyet’e geçiş ile çakışması ile önemli sanat eserlerinin verildiği ve icra edildiği dönemler Türk-İslam kültürü içerisinde çok daha ileri boyutlara taşınmıştır. Ancak bu dönemde sanatçılarımızın yöneldiği alanlar modern anlamda icra edilen sanat dalları olmamış; mimari, çini sanatı, minyatür ve tezhip gibi alanlarda kendisini daha çok göstermiştir.

Böylece sanat, Osmanlı döneminde gelişimini sürdürmek ve her geçen gün bünyesine kattığı yenilikler ile gelişmekle beraber söz konusu sanat dallarının daha çok saray ve soylu kişilerin talepleri doğrultusunda icra ediliyor olmasıyla da halkın tabanına sirayet edememiş, böylece bir süre sonra sanatçının halktan kopması sonucu doğmuştur.

Osmanlı’nın son dönem sanatçıları ise halkın içinden çıkmalarına rağmen daha sonra ne yazık ki halktan kopmuşlardır. Söz konusu durumun başlıca sebebi ise Batılılaşma sürecinde Osmanlı sanatçılarının genellikle Avrupa’da eğitim almış olmaları veya Batılı tarzda eğitim veren okullarda öğrenim görmüş olmalarıdır.

Böylece pek çok sanatçımız sosyal çevre ve almış olduğu eğitimin bir sonucu olarak Batılılaşmayı yanlış anlamış, eğitim, askeriye, ilim ve bilimde Batıyı yakalamaya çalışırken; eğlence, yaşayış ve yozlaşmada Batı’nın çok daha önüne geçmiştir.

Kimilerine göre Batılılaşma süreci Cumhuriyet döneminde bitmişse de Cumhuriyet dönemiyle birlikte Türkiye’de sekülerleşme süreci hız kazanmıştır. Cumhuriyetin kurucu kadroları, laik bir devlet ve toplum yapısı oluşturmayı hedeflerken sanatı da unutmamış böylece Batılı tarzda sanatın yaygınlaşmasına öncülük etmişlerdir.

Görüldüğü üzere tarihsel süreçte birbirinden farklı sebeplerle de olsa neredeyse her dönem sanatçılarımız topluma göre kendisini seküler olarak tanımlayan kimselerden oluşmuştur.

Bu doğrultuda baştan sona genel bir değerlendirme yaptığımızda Türkiye’de sanatçıların seküler olması ve muhafazakarların sanattan uzak kalmasının sebepleri başlıca tarihi gelişimle ve eğitim sistemiyle açıklanmaktaysa da son olarak belirtmek gerekmektedir ki “Toplumsal Normlar” ile “Kültürel ve İdeolojik Farklılıklar” da günümüzde muhafazakâr kesim ile seküler kesim arasındaki farkı belirginleştiren unsurlardır.

O halde günümüzde algıların böyle şekilleniyor olması Türkiye’de uzun yıllardır sanatın, genellikle seküler bir faaliyet olarak görülmesi ve sanatçıların genellikle bu şekilde algılanması ile açıklanabilecektir. Zira yukarıda da açıklamış olduğum üzere toplumda bu normun yerleşmesi son derece normal olandır çünkü uzun yıllar sanat camiasının temsilcileri sekülerlerden oluşmuştur.

Peki devam eden süreçte neden bu durum bir denge bulmamış asıl müsebbip kimdir? Herhangi bir müsebbip aramak aslında son derece mantıksız. Ben bu sorunun; sanatta, felsefede ve mimaride ilerleyen Roma İmparatorluğu veya Antik Yunan ile Göktürk Devletini veya Hun Devletini kıyaslamakla aynı olduğunu düşünüyorum. Zira ilk saydıklarım birtakım temel ihtiyaçları karşılamış ve hayatta kalma mücadelesi vermek zorunda değildir. Ancak ikinci saydıklarım ise temel yaşam ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılamakta dahi zorlanmaktadır ve sanatla, felsefe ile meşgul olabilmesi mümkün değildir.

İşte Türkiye’de muhafazakarların yaklaşık 10 yıl öncesine kadar sanattan uzak olmasını bu şekilde açıklamak daha doğru olandır!

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir