Demokrasi; batının tezahürü gibi lanse edilse de gerçekler çoğu zaman göz ardı edilir. Postmodern dünyada, demokrasinin nasıl egemen güçler tarafından dayatıldığı ve bu güçlerin nasıl çifte standartlarla hareket ettiği, derinlemesine incelenmelidir.
Demokrasi, batının idealleriyle özdeşleştirilirken, gerçekte demokrasiyi dayatan güçlerin kendi içlerinde demokratik olmadıkları görmezden gelinir. Örneğin, sembolik monarşi altında yönetilen ülkelerde, gerçekte hükümdarın elindeki güç ve otorite demokrasi adı altında gizlenmiştir. Demokrasi, sadece halkın gözlerini boyamak için kullanılan bir araçtır.
Demokrasinin arkasındaki gerçek amacı açığa çıkarmak için, egemen güçlerin demokrasiyi nasıl manipüle ettiğine dikkat etmek gerekir. Medya kontrolü, lobilerin etkisi ve finansal güç, demokrasiyi sadece bir maskenin arkasında saklanmış oligarşik bir düzen haline getirmiştir. Gerçek anlamda halkın iradesini yansıtmak yerine, demokrasi adı altında elitlerin çıkarları korunur.
Demokrasi savunucularının göz ardı ettiği gerçek, demokrasi ile yönetilen ülkelerin, sembolik monarşi ile yönetilen ülkelerden daha az refah içinde yaşadığıdır. Avrupa’daki “sembolik” monarşilerin demokrasi vaadi veren ülkelerle kıyaslandığında daha yüksek refah seviyelerine sahip olması, demokrasinin sadece bir gösteri olduğunun bir kanıtıdır. Benzer şekilde, Körfez’deki monarşilerin, demokrasi vaadi veren ülkelerle karşılaştırıldığında, daha fazla refah ve istikrara sahip olması, demokrasinin başarısızlığının göstergesidir.
Demokrasi vaadiyle yönetilen ülkelerin geri kalmışlığı; halkın, devletin kritik ve uzmanlık gerektiren konularda verebileceği yanlış kararlarla da ilişkilendirilebilir. Halkın kendisi için neyin hayır neyin şer olduğunu belirleme yeteneğinin sorgulanması gereklidir. Halk, genellikle kendi çıkarlarını doğru bir şekilde anlamaz ve manipülasyona açıktır. Bu durumda, monarşilerin ve akil adam metodunun, uzmanlık ve istikrar sağlama konusundaki üstünlüğü açıkça ortaya çıkar.
Monarşinin demokrasiye göre daha iyi olmasının sebebi, devleti sahiplenen ve bundan mütevellit devletin selametini isteyen karar alıcı mekanizmanın varlığıdır. Monarşi, karar alıcı erklerin kendilerini devletin sahibi olarak gördükleri için daha samimi ve cabalıdır. Ancak, bu monarşinin en iyi yönetim biçimi olduğu anlamına gelmez. Burada esas olan, karar alıcı mekanizmanın devleti benimsemesi, sevmesi ve sahiplenmesidir. Bu demokrasi ile imkansızdır.
Demokrasi, sadece egemenlerin maskesi altında gizlenmiş bir tiranlık formudur. Hakikat, demokrasinin aldatıcı perdesinin arkasında yatan çıplak gerçekliktir. Monarşilerin kabul ettiği gerçeklik, güçlü bir liderlik ve kararlı bir iradeyle şekillenmiştir. Bu, devletin sahiplenilmesi ve onun selameti için yanan bir ateşin izlerini taşır. Demokrasi ise, halkın kafasını bulandıran bir masaldan ibarettir. Ancak, gerçek adaletin ve özgürlüğün yolunu bulabilmek için bu aldatmacanın ötesine geçmeliyiz.
İnsanlık, tarihin akışında yolunu kaybetmiş bir gemi gibi sallanırken, gerçekliği bulmak için yıldızlara kılavuzluk eden cesur bir kaptana ihtiyaç duyar. Bu kaptan, monarşinin sert ve sağlam direği olabilir, demokrasinin kırılgan ve çürük direği değil. Çünkü monarşi, karar alıcılarının devleti benimsemesi, sevmesi ve sahiplenmesiyle sağlamlaşırken, demokrasi ise halkın, manipülasyona açık bir oyuncağıdır.
Gerçek adaletin ve özgürlüğün sancısını hissetmek, devletin sahiplenilmiş bir varlık olduğu gerçeğini kavramakla mümkündür. Ancak, her sistemde olduğu gibi monarşi de kendi zayıflıklarını taşır ve en iyi yönetim biçimi olarak kabul edilmemelidir. Gerçek adalet ve özgürlük, çoğunluğun iradesinden ziyade, devletin varlığını benimseyen ve onun geleceğini isteyen bir liderlikle bulunabilir. İşte o zaman, gerçek bir iradenin gücüyle, yeniden doğuşun aydınlık kapıları aralanacaktır.