Beytullah İLERİ/Youth Think Tank Yönetim Kurulu Üyesi
Bazen zihninizde bir şeyler kıpırdar… Henüz cümleye dönüşmemiş düşünceler, bir süredir iç dünyanızda deviniyordur ama onları kâğıda dökmek için bir kıvılcım beklersiniz. Ne hissettiğinizi bilirsiniz; rahatsızlık duyduğunuz şeyler vardır, sorguladığınız ve dönüştürmek istedikleriniz… Ama bazen bir kelime, bir cümle, bir ifade gelir ve hepsini harekete geçirir. İşte bu yazının tam da böyle bir hikâyesi var. Sosyal medyada karşıma çıkan o tek cümle, kafamda bir süredir dolanan fikirlerin ipini çözdü:
“Devrim, Batı’nın şapkasını kafaya takmakla değil, Batı’ya kafa tutmakla olur.”
Bu ifadeyi okuduğumda duraksadım. Evet, dedim, aradığım buydu. Üzerine konuşmak, tartışmak, yazmak istediğim şey tam olarak bu düşüncenin içinde saklıydı. O andan sonra cümleler kendiliğinden dökülmeye başladı. Şimdi sizi, bu tetikleyiciyle başlayan bir düşünce yolculuğuna davet ediyorum.
Zaman zaman değişim sandığımız şeyin yalnızca kostüm değişikliği olduğunu fark etmek acı vericidir. Yüzeyde parlayan, vitrini süsleyen, ithal edilmiş modernlik imgeleriyle avunurken neyin bizden gittiğini, neyi gerçekten inşa ettiğimizi çoğu zaman sorgulamayız. Bugün hâlâ bir devrimden söz edilecekse –ki ihtiyaç açık– bu, Batı’nın şapkasını başımıza geçirmekte değil; o şapkaya ve altında saklanan zihinsel tahakküme kafa tutmakla mümkün olacaktır.
Batı’nın bir medeniyet olarak sahip olduğu teknolojik, kültürel ve ekonomik güç, uzun zamandır Doğu toplumlarında bir büyülenme hali yaratıyor. Modernleşme, çoğu zaman bu büyülenmenin yaldızlı bir kopyası olarak sunuluyor: Takım elbiseler giyiliyor, gökdelenler yükseliyor, beyaz yakalılar çoğalıyor ama sokaklar hâlâ yoksulluğu, eğitimsizliği ve adaletsizliği yankılıyor. Çünkü taklit, özü değil görüntüyü esas alıyor; şapkayı takarsın ama kafa yerinde duruyorsa hiçbir şey değişmez.
Bence sorun şurada başlıyor: Batı’dan ithal ettiğimiz modellerle övünürken, kendi gerçekliğimizle bağımızı koparıyoruz. Yerli olanı değersizleştirmek, kendi birikimini küçümsemek, çözümü hep dışarıda aramak gibi entelektüel bir kompleksle karşı karşıya kalıyoruz. Bu kompleks yalnızca kültürel değil, yapısal bir bağımlılığın da zeminini hazırlıyor. Eğitimden teknolojiye, şehircilikten sanata kadar birçok alanda, kendi ihtiyacımıza değil, Batı’nın gündemine göre yön tayin ediyoruz. Ve her yön tayin edişimizde bir parça daha kayboluyoruz.
Oysa devrim, taklit ederek değil, sorgulayarak doğar. Gerçek bir devrim, Batı’nın doğru yaptığı şeyleri kopyalamak değil; yanlışlarını görüp ders çıkararak kendi modelini kurmak değil midir? Batı’nın merkezine yerleştiği dünya düzenine içerden değil, dışardan bakan; onun krizlerini, çelişkilerini, adaletsizliklerini açıkça görebilen bir bakışa ihtiyacımız var. Aksi hâlde, şapka sadece başımızı değil, gözümüzü de örter.
“Kafa tutmak” burada sadece bir başkaldırı değildir. Bu, bilinçli bir reddediş ve aynı zamanda yaratıcı bir inşadır. Batı’nın hatalarını görüp onun düştüğü tuzaklara düşmemeyi bilmektir. Bu bir özgürleşme çağrısıdır; yerli olanı yüceltmek adına Batı’yı şeytanlaştırmak değil, her medeniyeti sorgulama yetisiyle değerlendirmek ve kendine yeten bir medeniyet kurmaktır. Ne Batı’nın şapkasına hayranlık, ne Doğu’nun geçmişine kör bağlılık. Asıl mesele: Nerede durduğunu bilmektir.
Bizim ihtiyacımız olan şey bir şekil devrimi değil, bir şuur devrimidir. Şekil değişir ama şuur sabitse sonuç yine aynıdır. Modern kıyafetlerin içinde geleneksel bağımlılıkları sürdürmek yalnızca tarihsel bir ironiye dönüşür. Şapkayı takmak kolaydır çünkü dışarıdan bakıldığında çağdaş görünürsünüz. Ama kafa tutmak zordur; çünkü karşı çıktığınız sistemin içindesinizdir, onun konforuna alışmış, düzenine entegre olmuşsunuzdur. Kafa tutmak yalnızca cesaret değil; zekâ, feraset, direnç ve inanç ister.
Artık kendi hikâyemizi yazmanın, kendi kelimemizle konuşmanın, kendi aklımızla yürümenin zamanı gelmedi mi? Sürekli tercüme ederek değil, kendi dilimizle, kendi hakikatimizle, kendi sancımızla düşünmenin, üretmenin vakti. Dışarıdan alınmış kavramlarla içeride düzen kurmaya çalışmak yerine, içeriden yeşeren düşüncelerle dünyaya yönelmek gerekmez mi? Aksi hâlde Batı, sadece teknolojisini değil, aklını da bize ihraç etmiş olur ve biz, başkalarının aklıyla kendi geleceğimizi kurmaya çalışırken yalnızca birer taklitçi oluruz.
Devrim, makyajla değil, yüzleşmeyle olur. Cesaretle, eleştiriyle, özgünlükle olur. Ve bu çağrının tam ortasında şu gerçek yankılanır:
Şapka düştü, kel göründü.
Şimdi ya yeniden düşünmeyi öğreniriz ya da başkasının başlığında kendimize yer ararız.