Mehmet Ali KESKİL / Youth Think Tank Yönetim Kurulu Başkanı

Her yıl uluslararası ilişkilerin nabzını tutan, küresel meselelerin tartışıldığı bir zemin olarak dikkat çeken Antalya Diplomasi Forumu, bu yıl “Ayrışan Dünyada Diplomasiyi Sahiplenmek” temasıyla kapılarını açtı. Forumun açılış paneli ise başlı başına bir mesaj niteliğindeydi: “Search for Partnerships in the Era of Multi-polarization.” Yani çok kutupluluk çağında ortaklık arayışları…

Bu başlık, bugün dünya siyasetinde artık göz ardı edilemeyecek bir dönüşüme işaret ediyor: Çok kutupluluk gerçeği. Tek bir süper gücün belirleyici olduğu dönemlerin sonuna gelindiği artık neredeyse herkesçe kabul ediliyor. Ancak mesele sadece bu gerçeğin kabul edilip edilmemesi değil; bu çok kutupluluğun nasıl yönetileceği, nasıl bir diplomatik dil üretileceği ve nasıl iş birliklerinin kurulacağıdır.

Nitekim “çok kutupluluk”, diplomasi için yalnızca teknik bir terim değil, aynı zamanda bir zihniyet değişiminin de adıdır. Bu kavram, zayıf olanın varlık iddiası kadar, güçlü olanın tahakkümünden feragat etmesini de gerektirir. Oysa güç sahibi aktörler için bu yeni denge, çoğu zaman kabul edilmesi gereken bir zorunluluktan öteye geçmiyor. Hâlâ “sert güç”e yaslanan, askeri ve ekonomik üstünlükle oyun kurmaya çalışan anlayışlar, bu yeni dünyanın çok sesli yapısına direnç gösteriyor.

Teorik olarak çok kutupluluk, eşitliğe dayalı, adil ve katılımcı bir uluslararası düzeni mümkün kılabilir. Ancak pratikte bu çok kutupluluk, çoğu zaman çoklu krizler, rekabetin kuralsızlaşması ve istikrarsız ittifaklar anlamına geliyor. Zira güç merkezlerinin çoğalması, karar alma süreçlerinin karmaşıklaşmasına ve çatışmaların daha da yaygınlaşmasına neden olabiliyor.

Öte yandan bu durum, küçük ve orta ölçekli ülkeler için hareket alanı yaratıyor. Artık tek bir merkeze bağlı kalmaksızın dış politika çeşitlendirme şansı doğuyor. Türkiye de bu bağlamda, diplomatik çeşitlilik ve çok yönlü ilişkilerle, bu fırsatı değerlendirmeye çalışan ülkelerden biri.

Peki diplomasi dediğimiz şey, bugün gerçekten kimler tarafından hangi saiklerle sahipleniliyor?

Diplomasi, ideal olarak, karşılıklı anlayışa, müzakereye ve uzlaşıya dayalı bir iletişim biçimidir. Ancak sahadaki gerçekliğe baktığımızda diplomasinin bir güç politikası aracı olarak araçsallaştırıldığına daha çok şahit oluyoruz. Bazı devletler için diplomasi, yalnızca kendi çıkarlarını maksimize etmek adına kullanılan bir “maskedir”. Bu durum, diplomasiyi bir barış dili olmaktan çıkarıp bir strateji oyununun parçasına dönüştürüyor.

Buradan hareketle bir diğer meseleye geliyoruz: Diplomasiyi kim sahiplenmeli?

Çok kutupluluk çağında bu soru daha da kritik hâle geliyor. Küçük ve orta ölçekli ülkeler, yeni güç dengeleri arasında sıkışmak yerine, bu çok merkezli yapının sunduğu esneklikten yararlanarak bağımsız dış politika imkanları geliştirebilirler. Fakat bu, aynı zamanda ciddi bir diplomatik ustalık ve denge politikası gerektiriyor. Türkiye gibi ülkeler için bu noktada diplomasi hem risk hem fırsat barındıran bir alan hâline geliyor.

Fakat burada mesele, sadece bir güç mücadelesi değil; aynı zamanda birlikte yaşamanın, ortak aklın ve diplomatik olgunluğun imtihanıdır. Bu nedenle diplomasi, artık yalnızca kriz anlarında devreye giren bir araç değil, sürdürülebilir barışın ve küresel düzenin temel taşı olarak görülmek zorunda. Ve bu diplomasiyi sahiplenmek, yalnızca büyük güçlerin değil, her ölçekte devletin sorumluluğu.

Ve elbette şu soruyu da sormak gerekiyor: Diplomasiyi sahiplenmek, sadece masada yer almak mıdır? Yoksa masayı yeniden kurabilme cesareti midir?

Zira diplomasiyi gerçekten sahiplenmek, yalnızca mevcut kurallara uymak değil, gerektiğinde yeni bir oyun kurucu olabilmeyi de gerektirir. Bu noktada Antalya Diplomasi Forumu’nun sunduğu vizyon, Türkiye’nin yalnızca katılımcı değil, aynı zamanda kurucu bir aktör olma iradesini de ortaya koyuyor.

Türkiye gibi ülkeler, büyük güçlerin doğrudan çatıştığı ya da iletişim kurmakta zorlandığı alanlarda arabuluculuk kapasitesiyle öne çıkabilir; bu da diplomatik süreçlerde kolaylaştırıcı ve güven inşa edici bir rol üstlenmelerine olanak tanır. Aynı zamanda, Türkiye’nin sahip olduğu tarihsel birikim, kültürel zenginlik ve insani diplomasi tecrübesi, yumuşak güç unsurlarını daha etkili kılmakta ve küresel düzeyde dikkat çeken bir enstrümana dönüştürmektedir. Bunun yanı sıra, Antalya Diplomasi Forumu gibi platformlar yalnızca mevcut krizlere dair söylemler üretmekle sınırlı kalmaz; aynı zamanda uluslararası sistemin yeni normlarının tartışıldığı, şekillendiği ve alternatif vizyonların geliştirildiği kurucu alanlar haline gelebilir. Bu tür yapılar, çok kutuplu dünyanın ihtiyaç duyduğu çoğulcu, katılımcı ve yenilikçi diplomasi anlayışına zemin hazırlayabilir.

Antalya Diplomasi Forumu tam da bu noktada anlam kazanıyor. Antalya Diplomasi Forumu, yalnızca küresel liderlerin bir araya geldiği bir etkinlik olmanın ötesinde, Türkiye’nin dış politika vizyonunu sahneye koyduğu stratejik bir platform olarak da okunmalı. Bu forumda dikkat çeken en temel unsurlardan biri, Türkiye’nin kendisini artık sadece bölgesel bir aktör değil, çok kutuplu dünyada denge kurucu bir aktör olarak konumlandırma arzusudur.

Antalya Diplomasi Forumu, bu vizyonun anlatılması ve destek arayışının kurumsal zemin bulması açısından önemli bir fırsat sundu. Türkiye’nin hem Batı’ya hem Doğu’ya hitap eden dili, çok kutuplu dünyada “taraflar üstü arabulucu” olarak da algılanmasını sağlayabilir. Bu, diplomasiyi sadece sahiplenmek değil, yön vermek anlamına da gelir.

Ankara’nın bu çabası, NATO üyeliğiyle Batı ittifakı içindeki yerini korurken aynı anda Rusya, Çin, Körfez ülkeleri ve Afrika ile kurduğu ilişkilerle “bağımsız diplomasi” anlayışını pekiştirmeye çalıştığını gösteriyor. Bu çifte yönelim, bazıları tarafından çelişki gibi görülse de çok kutuplu dünyanın ruhuna uygun bir pragmatizm ve kendi değer dünyasında bağımsız bir Türkiye Ekseni kurma çabaları olarak da değerlendirilebilir.

Türkiye’nin bu forumla sunduğu diplomatik zemin, sadece ulusal değil, küresel ölçekte bir çağrıya dönüşüyor: Ayrışan bir dünyada, ayrıştıran değil birleştiren olmak. Ve diplomasi, bu çağrının dili olmaya en yakın araç.

Çok kutuplu dünyada birlikte yaşama erdemi, diplomatik olgunlukla birleştiğinde, belki de bugünün çatışmalarından yarının barış haritaları doğacak. Antalya’dan yükselen bu çağrı, kulak vermesini bilenler için oldukça açık: Yeni bir dünyanın mümkünlüğü, diplomasiyi nasıl sahiplendiğimizle doğrudan ilgili.

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir