Rıdvan Buğra Özdemir / Hak ve Hürriyetler Politika Kurulu Yöneticisi
Geçtiğimiz günlerde Zorlu Holding CEO’su Cem Köksal’ın Ramazan ayına ilişkin ortaya koyduğu “Bizim kurumsal olarak kutlanacak günler listemizde Ramazan ayı yer almıyor. Dinden bağımsız bir duruşumuz var.” şeklindeki tavır, ülkemizde uzun süredir tartışılan değerler meselesine dair önemli bir gösterge oldu. Türkiye gibi kadim bir medeniyetin üzerinde yükseldiği inanç, kültür ve geleneklere sırt çevirerek kendini ‘modern’ addedenlerin, aslında ne kadar köksüz olduklarını bir kez daha gördük. Köksal’ın, yine kendi holdingleri bünyesinde bulunan bir şirketin yöneticisi tarafından yayımlanan Ramazan tebrik mesajını ‘rahatsız edici’ bulması, yalnızca bireysel bir tercih değil, daha büyük bir zihniyetin tezahürü olarak okunmalıdır.
Bu zihniyet, Batı’nın sekülerleşme kisvesi altında dayattığı kültürel sömürgeleşmenin en bariz örneklerinden biridir. Malcolm X’in tarihe kazıdığı “Ev zencisi ve tarla zencisi” ayrımı tam da burada anlam kazanmaktadır. Ev zencisi, efendisinin değerlerine kayıtsız şartsız itaat eden, onun hoşnutluğunu kendi benliğine tercih eden kişidir. Bugün de bu topraklarda, kendi kültürüne, kendi değerlerine mesafeli duran; Batı’nın çıkarlarına hizmet etmeyi ‘modernlik’ sanan ev zencileri var. Üstelik bunu yaparken, kendilerini topluma ‘elit’ diye sunuyor ve kendilerini toplumun üzerine konumlandırmak gibi bir hataya düşerek birtakım dayatmaları kendilerine hak görüyorlar.
Bu tavrın en çarpıcı yönü, ‘özgürlük’ iddiası altında başkalarının inançlarını ve değerlerini baskılama arzusudur. Şirket çalışanlarının Ramazan tebriği yapması, nasıl olur da bir yöneticiyi bu denli rahatsız eder? Oysa toplumun büyük bir kesiminin inancına yönelik bu tahammülsüzlük, modern dünyada ‘çoğulculuk’ ve ‘hoşgörü’ diye pazarlanan söylemlerle son derece çelişmekte değil midir?
Benzer olaylarda benzer insanların neden bu şekilde davrandığı sorusunun muhatabı pek tabi biz olamayacağımızdan buna ilişkin soru işaretlerini gidermek için soruyu kendimize değil, sorunun gerçek muhatabına yöneltmekle sorumluyuz. Bu sebeple meselenin bu kısmı ile ilgilenmiyoruz.
Ancak ilginçtir ki Batılı liderler, büyük şirket yöneticileri ve hatta Müslüman olmayan spor kulüpleri dahi Ramazan ayına yönelik başkalarının hassasiyetlerini engellemeyi bir kenara bırakın kendileri hassasiyet gösteriyor ve Müslümanların Ramazanını tebrik ediyor. Müslüman olmayan liderlerden, dünya devi şirketlerin yöneticilerine, büyük futbol kulüplerine kadar geniş bir kesim, Ramazan’ın önemine vurgu yaparken, Türkiye’de bazı sözde modernler Ramazan’ı rahatsızlık verici bir unsur olarak görmeye devam ediyor. Bu çelişki, aslında Batılıların dini ve kültürel farklılıklara duyduğu saygıdan değil, kendi toplumlarını bir arada tutabilmek için benimsedikleri çoğulculuk anlayışından kaynaklanmaktadır. Onlar, dinin ve kültürel kimliğin toplumları ayakta tutan önemli bir unsur olduğunu kavramışken, bizim ev zencileri ise kendi milletine ve değerlerine yabancılaşmayı bir meziyet olarak sunmaya halen devam ediyor.
Batı’nın kültürel hegemonyasına gönüllü kölelik yapan bu zihniyetin farkında olmamız gerekir. Türkiye, kendi değerleriyle var olmuş bir millettir. Modernleşme, kendi kültürel kodlarını inkâr etmek değil, onlarla birlikte ilerlemek demektir. Bir toplumun inancına duyulan saygı, sadece dini bir mesele değil, aynı zamanda medeni bir gerekliliktir. O halde aynı holdingin Türkiye’de Ramazanı kutlamaması ancak Arap coğrafyasında yayınladığı Ramazan tebrik paylaşımları medeni bir duruşun değil paranın ürünü ve sonucudur. Bu durumda sorulması gereken bir diğer soru ise “Dinden bağımsızsınız, peki ya kime/ neye bağlısınız?”
Tabi bu eleştirileri ortaya koyarken ipin ucunu kaçırmadan hakikati konuşabilmek de son derece önemli. Zira yaşanan olaylarda eleştirilmesi gereken yalnız Cem Köksal değil. Söz konusu olay akabinde Cem Köksal’ın gözaltına alınması ve hakkında soruşturma başlatılması da maalesef yargının klasikleşmiş popülizmini bir kez daha gözler önüne sererek meseleyi bu yönüyle de eleştiriye açık hale getirdi. Klasikleşmiş popülizm diyorum zira yargının, son dönemde medya organlarında çıkan haberler üzerine toplum vicdanını rahatlatmak için aldığı karar ve uyguladığı tedbirler maalesef hukukilikten yoksun durumda.
Bilindiği üzere gözaltı tedbiri, kişinin özgürlüğünü hâkim kararı olmaksızın kısıtladığından sıkı şartlara bağlanmıştır. Bu tedbirin uygulanabilmesi için öncelikle kişinin suç işlediğini gösterir somut delillerin bulunması ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerin varlığı aranmaktadır. Tüm bu şartların, gündeme düşen bu olayda gerçekleşip gerçekleşmediği ise son derece tartışmalıdır. Keza toplum vicdanını bastırma veya dindirme makamı, yargı mercileri değildir. Toplum, kendi vicdanını rahatlatmak istiyorsa her fırsatta yargının kapısını çalmak yerine, kendisi çözüm üretmeli meşru çerçeve içerisinde farklı enstrümanları devreye sokmalı, somut olay özelinde sosyal medyada gündem oluşturmalı, ilgili holdingi boykot etmeli ve bireysel mücadeleyi unutmamalıdır.
Aksi takdirde her ne kadar tasvip etmesek ve eleştirsek de bugün “Bizim kurumsal olarak kutlanacak günler listemizde Ramazan ayı yer almıyor.” ifadesi suç teşkil ediyorsa yarın da “Bizim kurumsal olarak kutlanacak günler listemizde cadılar bayramı yer almıyor.” gibi bir ifadenin suç teşkil etmesi işten bile değildir.