Muhammed Emir Akyol / Youth Think Tank Genel Sekreteri

Ahir zamanın insanı zorlayan çokça yönü olduğuna şüphe yok. Trafik keşmekeşinden geçim sıkıntısına, haz ve çıkar odaklı ilişkilerden zayıflayan sosyal bağlara uzanan yelpazede çokça soruna muhatap kalıyoruz. Bunların her bir tanesi yaşam kalitesini ciddi ölçüde düşürmekte.

İnsan ilişkiler yumağı içerisinde var olma mücadelesi veren bir canlı. Çevremizde ailemiz, dostlarımız, iş arkadaşlarımız, eşimiz, çocuğumuz ve toplumun diğer üyeleri var. Her bir zümreyle irili ufaklı temaslar kurduğumuz bir gerçek. Bu temaslar bizi var ediyor, değerli hissettiriyor ve dünyada bir yerimiz olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte temas sınırları iyi ayarlanamadığında tam tersi bir etkiyle de karşılaşılabiliyor. Sınırlar ve mesafede makul ölçüleri tutturamamak benliğin yitimine ve bir anlamda bireyi yok oluşa sürükleyebiliyor. İlişki yumağı içerisinde nasıl davranacağını bilmek oldukça elzem. Kendi önceliklerini, kırmızı çizgilerini, hayallerini ve isteklerini öncelemeyip üzerine düşünmemek bireyi rotası belli olmayan bir gemi misali sürükleyebiliyor. Rota belli olmadığında da karşılaşılan ilk fırtına bir anlamda nuh tufanı etkisi yapıp bireyi açık bir denizin ortasında yelkenlerini yitirmiş halde bir başına bırakabiliyor.

Bu manada sınırlar meselesinin psikolojik kökenine inmek son derece önemli. Bireyin karakteristik yapısı diğerlerinin istekleri, öncelikleri ve hayallerini gerçekleştirmeye dayalı bir kimlikteyse ve böyle bir arkadaşınız varsa dünyanın en şanslı kişileri arasında sayılabilirsiniz. Çünkü karşınızda sizin acınızı iliklerine kadar deneyimleyen, sevincinizi sizinle sonuna kadar paylaşan bir insan var. Bu insan sizin daha iyi hissetmeniz adına kendini ikinci plana rahatlıkla atabilir, hayatını öncelik listesinin altlarına konumlandırabilir. Böyle bir kişinin networkleriniz arasında olması şüphesiz büyük konfor. Ancak psikoloji literatüründe empat kişilik / hiper empati sendromu olarak ifade edilen bu durum bireylerin üçüncü kişilere göre hayatını dizayn etmesi ve benliğin yitirilmesi gibi sonuçları meydana getirebiliyor. Empatlığın kökenlerinde neler olduğunu irdeleyebiliriz. Bu kişiler en temelde değersizlik hislerine sahipler. Bu hisler onları amansız bir onay alma ihtiyacına itebiliyor. Onay alarak, başkasına mukavemet göstermeyip söylenenleri yerine getirerek, kendi isteklerini ön plana çıkartmayarak değer ve saygı görmek gibi bir zihin setinin varlığını ifade etmek yanlış olmayacaktır. Aşırı hassas, duygulanımı yoğun olan bu kişiler kendi ihtiyaçlarını büyük ölçüde ihmal ederek kişisel sınırlarını bir anlamda ortadan kaldırır. Tabi bu durum bir süre sonra tükenmeye, merhamet yorgunluğuna ve yaşam kalitesinde dibi görmeye sebep olabilir. Bir süre sonra da öyle bir duruma gelinir ki birey kendinden verdikçe karşısındaki nezdinde küçülür ve toz zerresine dönüşür. Ne de olsa her koşulda başkasının hizmetkârı olmuştur. Karşıdakinin iyiliğini düşünerek hareket ettiğiniz senaryolar artık var olma sebepleriniz ve görevlerinizdir. Çevrenizdekiler nezdinde pek de bir değeriniz kalmaz. Bu noktada içerisinde yer aldığınız ilişkiler sizi öyle bir noktaya getirir ki sürekli şekilde yoğun bir duygulanım içerisine girersiniz. Topladıklarınızı bırakamadığınız her senaryo sizi tüketir, yalnızlaştırır ve yorar. Bu kişiler bir anlamda kendini feda eder, şefkat ve merhametin ilaç olduğuna inanır ancak bu en büyük yanılgıdır. Karşınızdaki insanların duygularını yoğun olarak deneyimleseniz ve her şeyi kuralına göre yapsanız da hüsranla, nezaketsizlikle ve bir empatın en büyük korkusu olan değersizlikle karşı karşıya kalmanız işten bile değildir. Bu itibarla empatiyi hiper düzeylere çıkartanlara bazı sorular yöneltelim ve iç muhasebe yapılmasına ön ayak olalım:

  • Birinin hayatına dâhil olmanın yegâne koşulu hep kendinizden vermek midir?
  • Yardım talep edildiğinde verilmesi gereken bir haslet değil midir? Karşınızdaki insanlar sizden talepkâr olmadığında yardım etmek kişisel değerinize halel getirmez mi?
  • Ben ne istiyorum? Neye ihtiyacım var? Duygum ne? Sorularını kendinize soruyor musunuz?
  • Sizin için yapılan iyilikler için sürekli biçimde karşılığını verme çabası içerisine mi giriyorsunuz?
  • Kendi isteklerinizi hiçe sayıp çevrenizin ve ilişkide bulunduğunuz insanların isteklerini mi önceliyorsunuz?

Bu soruların her biri empatlık eğilimiyle ilgili üzerine düşünülmesi gereken sorular. Empati kurmak oldukça değerli, insan olduğumuzun bir işareti. Fakat her koşulda ve sürekli biçimde abartılı seviyelerde kurulan empati bireyleri değersizleştirip yalnızlaştırma eğiliminde. Bu manada çevrenizdeki herkese, her şeye yetişip, memnuniyet sağlayıp kendinize geç kalma hatta hiç gelememe durumuyla karşı karşıya kalma durumu vuku bulabilir. O halde çevremizi önemsediğimiz kadar merceği kendimize de yaklaştırmanın zamanı. Manipülasyonlara ve sömürüye açık hale gelmemek için kişisel sınırların farkına varmanın tam da vakti.

Sosyal medyada çok popüler bir kesitin mesajıyla yazımızı noktalayalım: “Ona ayıp olmasın, buna ayıp olmasın derken günün sonunda bize ayıp oluyor. Hayatımızı biraz da bize ayıp olmasın diye yaşayalım.

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir