Emre IRMAK / Youth Think Tank Yönetim Kurulu Üyesi
İnsanı diğer varlıklardan ayıran belki de en önemli unsur bir bilince sahip oluşudur. Bilinç ise kısaca;
insanın kendisini, çevresini ve olup biteni tanıma, algılama, kavrama, fark etme yetisi olarak tariflenebilir. İnsanın bilinç sahibi oluşu; düşünebilmesini, üretebilmesini ve etrafını bu doğrultuda değiştirebilmesini olanaklı kılar. Bu özellik fert fert her insana ait olduğundan ve her insanın düşünsel süreci ve çıkarımları da farklı olduğundan, bu durum kişilik ve kimlik kavramlarını doğurmuştur. Her insanın kendine has davranış gösterme iradesiyle de ilişkili olarak birtakım haklara ve sorumluluklara sahip olabilmesi sonucunu doğurmuştur. Hem beşeri kodlar hem de dini buyruklar düşünüldüğünde insanın hakları olduğu gibi fiillerinden kaynaklı olarak sorumlulukları da bulunmaktadır. Ancak yaşanan son teknolojik gelişmeler ile insanın “bilinç” noktasındaki biricikliği kaybolmaya, hak ve sorumluluk kavramlarının öznesi de tartışılır hale gelmeye başlamıştır.
İnsan gibi bir görünüşü olmayan, insana benzeyen bedensel özellikler taşımayan ancak aynı insan gibi üretim süreçlerine özgün olarak katılabilen ve yaptıklarıyla insan gibi bir irade ortaya koyarak çevresinde değişiklikler meydana getirebilen yapay zekânın hakları, sorumlulukları ve özellikle kimliği noktasında güncel ve büyük tartışmalar bulunmaktadır. Bu tartışmaların başını da; yapay zekanın hakları ve sorumlulukları ekseninde hukuki kimlik meselesi çekmektedir.
Hukuk normları, dinamik toplum yapısı karşısında yenilenmek ve toplumsal ihtiyaçları karşılamak
zorundadır. Her ne kadar başlangıçta yapay zekâlar, insanları veya diğer makineleri asiste eden yardımcı figürler olarak hayatlarımıza dahil olmaya başlamışsa da artık hayatın birçok alanında yapay zekâya sahip varlıklar tam bağımsız yani otonom olarak, hiçbir insan müdahalesi gerektirmeksizin faaliyette bulunabilmektedir. Nihai sınırı öngörülemese de yapay zekâ teknolojisinin hızla geliştiği ve her geçen gün yapay zekâya sahip varlıkların bağımsız bilinci oluşturan insani özelliklere daha fazla sahip olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Örneğin Amper isimli yapay zekâ daha önce hiçbir insan tarafından yapılmamış müzik besteleri yapabilirken, Annie isimli yapay zekâ özgün şiirler yazabiliyor. Bu noktada işin ilginç yanı, bu üretimin bir sınırının da olmamasıdır.
Bu hususta, mevcut hukuki durumun anlaşılabilmesi adına belki de en güzel örnek DABUS isimli yapay zekâdır. DABUS (Device for the Autonomous Bootstrapping of Unified Sentience / Birleşik DuyarlılığınOtonom Ön Yüklemesi İçin Aygıt), Dr. Stephen Thaler tarafından oluşturulmuştur. DABUS, esasında aynı insanlarda bulunan sinir ağları gibi iki adet yapay zekâ sinir ağının birbiriyle çatışmasıyla üretim gerçekleştirmektedir. DABUS’un ilk sinir ağı, makine öğrenmesi yöntemleriyle eğitilerek bilgilerle donatılmıştır. Bu sinir ağları, birbiriyle etkileşime girerek yine insanlardaki gibi kendisine yüklenen tüm bilgileri değerlendirmekte, sentezlemekte ve yeni fikirler ortaya koymaktadır. DABUS içerisindeki ikinci sinir ağı ise, tabiri caizse bir eleştirmen vazifesi üstlenerek ilk yapay sinir ağında oluşturulan yeni fikirleri değerlendirmekte ve bu fikirlerin içindeki en yenilikçi, işlevsel ve sürdürülebilir olanı ortaya çıkarmaktadır. DABUS çalıştırıldığında iki buluş ortaya koymuştur. Bunlardan birincisi, “Gıda Kabı” (Food Container) isimli buluştur. Bu buluş, endüstriyel anlamda gıda taşımacılığında paketleme maliyetlerini düşürmek için birbirine geçebilen ve üst üste konulabilen komplike gıda kaplarını içermektedir. DABUS tarafından oluşturulan ikinci buluş ise, “Dikkat Çekme Cihazları ve Yöntemler” (Devices and Methods for Attracting Enhanced Attention) isimli buluştur. Bu buluş, genel hatlarıyla tarif edilecek olursa, markaların logolarının amblemlerinin daha fark edilir ve çekici kılan ve tüketicinin davranışına göre durumunu değiştiren cihazlardır (Örneğin; ilaca ihtiyacı olan kişinin cihaz tarafından tespit edilerek bu kişiye eczanenin önünden geçtiği esnada eczane tabelasının diğer tabelalara göre ve ihtiyacı olan kişiye özel olarak daha parlak ve yoğun gösterilmesi…)
Dr. Stephen Thaler, DABUS tarafından icat edilen bu buluşların DABUS adına tescili için kolları sıvamış
ve DABUS’u mucit göstererek “Gıda Kabı” ve “Gelişmiş Dikkat Çekme Cihazları ve Yöntemleri” için
17 Eylül 2019 tarihinde IP Australia’ya (Avustralya’da fikri mülkiyet haklarını yönetmekte sorumlu bir
devlet kurumu) patent başvurusunda bulunmuştur. Bu başvuru, IP Australia tarafından; söz konusu
başvurunun Avustralya Patent Yasası’nın 15. Maddesi (Cth 15/1) gereğince yapay zekânın mucit olarak değerlendirilemeyeceği şeklinde görüş bildirerek reddedilmiştir. Sonrasında Dr. Stephen Thaler, IP Australia tarafından verilen bu kararı Avustralya Federal Mahkemesi’ne taşımış (Thaler v. Commissioner of Patents 2021-FCA 879), federal mahkeme, bir yapay zekâ sisteminin kanunun amaçları doğrultusunda başvuru sahibi ya da patent sahibi olamasa da, Avustralya patent kanunun özünde teşvik edicilik unsuru bulunması ve teşvikin de insanların üreticiliğini artıran bir etkisinin bulunması dolayısıyla yapay zekanın mucit olarak nitelendirilebileceğini belirterek IP Australia kararını bozmuştur. Bunun üzerine IP Australia, federal mahkeme kararına itiraz ederek, yapay
zekânın insansı hislere sahip olmadığını, yapılan buluşları yok edilse veya tüm proje prototipi ortadan kaldırılsa dahi yapay zekânın çalıştırılmaya devam edildiği sürece üretim yapmaya devam edeceğini ve bu sebeple yapay zekânın teşviki gibi bir durum olmayacağı için mevcut kanunlarda yapay zekâ bir kişi olarak kabul edilmediğinden başvurunun kabul edilmemesi gerektiğini savunmuştur. Bunun üzerine Avustralya Üst Federal Mahkemesi, son karar mercii olarak Dr. Stephen Thaler tarafından yapılan patent başvurularının “yalnızca gerçek bir kişinin Patent Yasası 1990 (Cth) ve Patent Yönetmelikleri 1991 (Cth) amaçları doğrultusunda mucit olabileceğini ve herhangi bir kişinin patent almaya hak kazanması için böyle bir mucidin tanımlanması gerektiğini” belirterek bu kararı bozmuş ve patent başvurusunu kesin olarak reddetmiştir.
Sonrasında denemeye devam eden Dr. Stephen Thaler, EPO’ya (Avrupa Patent Ofisi) DABUS adına
patent başvurusunda bulunmuş ancak benzer gerekçelerle başvurusu reddedilmiştir. Ardından Dr. Thaler sırasıyla Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri ve Yeni Zelanda’da patent başvurularında
bulunmuşsa da bu başvuruları da hezimetle sonuçlanmıştır. Son olarak Güney Afrika’da da patent
başvurusunda bulunan Dr. Thaler’ın başvurusu kabul görmüş ve bu, bir yapay zekâ buluşu için yapay
zekâ adına tescillenen ilk patent olarak tarihe geçmiştir. Ancak Güney Afrika Devleti hukuki anlamda
tam güven sağlayamadığından ve verilen patent yalnızca Güney Afrika’da geçerli olacağından
uluslararası anlamda bir entegrasyon da gerçekleşmemiştir.
Meseleyi Türkiye’deki mevzuat açısından değerlendirecek olursak; “Sınai Mülkiyet Kanunu”nun (SMK) 3. maddesinde; “Bu kanunla sağlanan korumadan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yerleşim yeri
olan veya sınai ya da ticari faaliyette bulunan gerçek veya tüzel kişiler yararlanır.” şeklinde açık ve
kesin bir hükümle karşılaşmaktayız. Yine SMK 90/5’te; “Buluşu yapan, başvuruda belirtilir. Ancak
buluşu yapan, isminin gizli tutulmasını isteyebilir. Başvuru sahibinin buluşu yapan olmaması veya buluşu yapanlardan sadece biri veya birkaçı olması hâlinde bu kişiler, patent başvuru hakkını ne şekilde elde ettiklerini başvuruda açıklamak zorundadır.” şeklinde düzenleme bulunmasına ve patent
başvurucusundan “buluşu yapan” olarak bahsedilmesine rağmen SMK’nın 3. maddesinde kanunun kime yönelik koruma sağlayacağı açıkça belirtilmiş olduğundan, bu haliyle yapay zekâ buluşlarının yapay zekâ adına patent edilmesi için açık bir kapı bırakmamaktadır. Ayrıca ve önemle belirtilmelidir ki, zaten halihazırda Türkiye’de yapay zekâ tarafından yapılan bir buluşun yapay zekâ adına patentlenmesi için herhangi bir başvuruda bulunulmamıştır. Zaten Türkiye’deki kanunun lafzı dikkate alındığında da, olası bir patent başvurusunun ; bu hususta bir düzenleme bulunmadığından, yapay zekâya ilişkin hukuki bir kimlik ihdas edilmediğinden ve bu hususta henüz ortak bir kanaate varılmadığından yapılacak başvurunun yüksek ihtimalle reddedileceği anlaşılmaktadır.
Yapay zekânın kimliği hususunda henüz doktrinsel anlamda bir görüş birliği bulunmamaktadır. Yapay
zekâya hukuki anlamda statü, “kişilik” atfeden görüşler arasında kölelik görüşü, gerçek kişi görüşü ve
tüzel kişi görüşü gibi görüşler bulunsa da; bu statüler zaten var olan (köle statüsü eski Roma’da geçerli) statülere yapay zekayı yapısına uygun olmayacak şekilde eklemlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu hususta, en makul görüşlerden biri “Elektronik kişilik” önerisidir. Bu öneri, Avrupa Parlamentosu Hukuk İşleri Komisyonu tarafından hazırlanan tavsiye niteliğindeki 27 Ocak 2017 tarihli raporda yer alan görüşlerden biridir. Bu görüş, otonom bir şekilde kendi kararlarını alabilen yapay zekâya sahip robotların sorumlu tutulabilmesi için ortaya atılmıştır. Elektronik Kişilik görüşü, mevcut hukuk sistemlerinde yer alan hukuki statülerden biri olmayıp, bu alanda tamamen yeni bir statü yaratılması gerektiğini belirtmektedir. DABUS örneğinden yola çıkacak olursak; başta Avrupa ülkeleri, ABD, İngiltere, Avustralya ve ülkemiz olmak üzere pek çok dünya ülkesindeki kodifikasyon mantığında ve içeriğinde, yapay zeka gibi bir kavramın henüz tanınmadığı, ülkelerdeki kanunların ; yapay zekâ tarafından bir buluş yapılması bir yana, yapay zekâ tarafından herhangi bir faaliyetin dahi gerçekleşeceğine ihtimal vermediği, bu yönüyle de hukuksal durumun toplumsal gerçeğe ve günümüz koşullarına uyum sağlayamadığı ve geride kaldığı açıkça ortadadır. İncelenen meselede şahsi kanaat olarak; esasında mahkemelerin yapay zekâya karşı öze bir antipati beslediği için değil, pozitivist anlamda ellerinde dayanak oluşturacak açık bir norm bulunmadığından yapay zekâ gerçeğini yok saymak zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır. Son yıllarda teknolojik hamleler özellikle yapay zeka ekseninde yoğunlaşmakta, devletler ve büyük şirketler yapay zekâ hususunda büyük yatırımlar yapmakta, hatta çoğu büyük şirket yönetiminde ve alınacak kritik kararlarında yapay zekâyı adeta karar verici olarak entegre etmek için çalışmalar yürütmektedir. Finans alanında ve özellikle büyük çaplı borsa işlemlerinde işlemler yapay zekalar tarafından yapılmakta, büyük para fonlarının yönetiminde yapay zekâlar aktif olarak kullanılmaktadır. Çoğu kritik meselelerde yapay
zekâ kilit roller oynamaya başlamış durumdadır. Devletlerin ve büyük şirketlerin aralarında yapay zekâ hususunda ciddi yarışlar ve mücadeleler bulunmasına rağmen, tebessüm ettirici bir tezat ile devletler normlarında yapay zekayı tanımamakta ve yapay zekâ tarafından yapılan üretimleri ironik şekilde görmezden gelmektedir. Somut örnekler ve yapay zekâ alanında yaşanan gelişmeler dikkate alındığında; başta ülkemiz olmak üzere çoğu dünya devletinin yapay zekâya sahip varlıklara insan ve tüzel kişi mülkiyetine tabi bir eşya olmaktan öte bir hukuki statü tanınması gerektiği ortadadır. Bu anlamda atfedilecek hukuki statü ile ilgili yoğun bir çalışılmaya girişilmekle beraber, atfedilecek hukukistatünün de gelişen yapay zekâ teknolojisi ile güncellenebilecek bir altyapıya sahip olması artık kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.