Muhammed Emir AKYOL / Youth Think Tank Genel Sekreteri

Sivil toplum faaliyetlerinin bir ülkenin kalkınmasındaki rolü yadsınamaz. Kamu otoritesinin yetişemediği, gönüllere dokunmayı gerektiren çokça alanda dernekler, vakıflar ve sivil toplum kuruluşları öncü olur. Doğal afetlerde bu durumu sıkça deneyimledik. Gönüllü orduları ciddi gayret sarf ederek adeta tüm benliğini ortaya koymuştu. Ve bunları yaparken hiçbir beklentileri yoktu. Onları motive eden yegane kaynak bir derde merhem olmak ve iyilik yapmaktı. Bu pencerede bakıldığında bu motivasyonla ilerleyen gönüllüler baş tacı.

Giriş paragrafında idealize ettiğimiz durum maalesef son zamanlarda anlam yitimiyle karşı karşıya kaldı. Teknik manada gönüllü olarak görünen fakat esasen gönülsüz olanlar kutlu hedeflere ulaşmada işleyişi aksatmakla mükellef bir el freninden farksız. Yürütülen çalışmalarda özgecilik duygusuyla hareket etmesi gereken gönüllülüğün yerini kişisel bağlantı sağlamak, uzun vadede açığa çıkacak faydalardan pay almak gibi dünyevi beklentiler aldı. Bunun bir sonucu olarak da işin bereketi kaçtı. Esasen üzerimize aldığımız tüm işlerin denklemi açık: Bir alanda sorumluluk sana verilirse yetki de otomatik olarak sana geçer. Sorumlu olduğun alanda yetkiyi kullanmadığın her an, olay ve durumda en başta kendine sonra da içerisinde bulunduğun yapıya, o yapının faaliyetlerine muhtaç olanlara eziyet etmiş olursun. Makro çerçevede değerlendirilmesi gereken bir iş. Gerek gönüllü işler gerekse profesyonel iş hayatında bu denklemi hatırlamak gerekiyor. Çevremizde görevini alıp yapmayan, yapmış gibi görünen çokça kişiyle muhatap oluyoruz. Bir taraftan görevin ağırlığı onları ezebiliyorken diğer taraftan görevi bırakmama konusunda yersiz bir ısrar bizi buluyor ve denklem şuna dönüşüyor: Sorumluluk bana verilsin, yetki de bana ait olsun. İşleyişi aksatayım, mış gibi yaparak yerimi sağlamlaştırayım. Ne de olsa gönüllüyüm, burada bulunmam bile kıymetli. Benim yerimi doldurmaları da zor. Buradan çıkarsam ve yapı başarıya kavuşursa pişman olabilirim. Sessiz sedasız durayım ve doğru zamanda payımı alayım.

Bu zihin seti sivil toplum faaliyetlerinin maalesef özeti mahiyetinde ve felaketin başlangıcı. Özgecilik, diğer adıyla alturizm, bir çıkar beklentisine girmeksizin, hatta çoğunlukla bedel ödeyerek toplumun iyiliği için çalışması ve özverili davranması anlamına gelir. Gönüllü olarak yer alınan bir yapıda sahip olunması gereken en temel motivasyon kaynağı bu olmalıdır. Kişi üretir, faydalı olur ve işe yarar hisseder. Üretmenin hazzı bambaşkadır. Ortaya eser bırakmak bir anlamda ölümsüzlüktür. Faaliyetleriniz ve eserleriniz ilelebet yaşar. Bu kaynaklar ne zaman kişisel bağlantı sağlamaya, güzel zaman geçirmeye kayar; işin bereketi de o zaman kaçar. Önemli isimlerle fotoğraf verme çabası içinde olanlar, fikrini parlatmak için gönüllüymüş gibi yapanlar pek uzakta değil. Gönüllü tüm yapıların içerisinde bu kişilerle karşılaşmak mümkün. Niyet ve samimiyet ekseninde kayma bu faaliyetlerin içini boşaltıyor. İşte ikilem de burada devreye giriyor:

Gönüllülük gönlünce iş yapmak anlamına mı gelir?

Bu soruya cevabımız elbette hayır. O halde bu işe gönül verenlere, ekip yönetenlere, ülkesine/dünyaya katkı sunma gayesinde olanlara bazı sorular yöneltelim:

Ekibinizle mefkure birliğine sahip misiniz?

Yetki ve sorumluluk bağlantısını değerlendirdiğinizde siz ve arkadaşlarınız hangi noktada?

Size verilen görevlerde yük mü alıyor yoksa yük mü oluyorsunuz?

Bu sorulara yapı içerisindeki her kişinin samimi yanıtlar vermesi gerekir. Niyet testi son derece önemlidir. Gönüllü girişimler ülkemiz adına çok kıymetlidir ancak şu şartla:

Gönüllüğünü gerçekten gönülden yapmakla.

Selametle..

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir