İbrahim KOTAN / Hak ve Hürriyetler Politika Kurulu Yöneticisi
Doğu Akdeniz’de son yıllarda yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin deniz yetki alanları üzerindeki mücadelesini daha da görünür hale getirdi. Libya ile yapılan deniz yetki alanı anlaşması, Türkiye’nin Mavi Vatan vizyonunu somutlaştıran tarihi bir adım oldu. Ancak artık sıradaki hamle çok net: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile tam kapsamlı bir deniz yetki alanı (kıta sahanlığı + MEB) anlaşması yapılmalı ve uluslararası hukuka uygun biçimde dünya kamuoyuna deklare edilmelidir.
Kıbrıs adası etrafında bulunan zengin hidrokarbon kaynakları, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından tek taraflı olarak parsellenmiş, Türkiye ve KKTC yok sayılmıştır. Oysa ki adanın doğusunda, kuzeyinde ve batısında yer alan sular üzerinde KKTC’nin ve dolayısıyla Türkiye’nin hukuki, coğrafi ve siyasi hakları vardır.
Türkiye, 2011’de KKTC ile imzaladığı kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşmasıyla önemli bir adım atmıştı. Ancak bu anlaşma, MEB ilanı kadar etkili bir uluslararası mesaj değildir. Bugün geldiğimiz noktada, özellikle GKRY’nin İsrail, Mısır ve Lübnan’la yaptığı anlaşmalarla Türkiye’yi dışlama çabaları artarken, Türkiye’nin KKTC ile yapacağı resmi bir MEB anlaşması, sadece hak arayışı değil aynı zamanda jeopolitik bir karşı hamle olacaktır.
Bu anlaşma ile:
– KKTC’nin uluslararası meşruiyeti güçlenecek,
– Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki enerji politikaları daha sağlam zemine oturacak,
– Yunanistan-GKRY eksenli oyun bozulacak,
– Türk donanması ve enerji arama gemilerinin faaliyetleri daha güçlü bir hukuki zemine kavuşacaktır.
Unutmamalıyız ki denizler sadece coğrafya değil, aynı zamanda diplomasi, ekonomi ve güvenliktir. Türkiye’nin KKTC ile MEB anlaşması yapması gecikmiş ama hayati bir adımdır. Bu adım sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’de barış ve denge arayan tüm aktörlerin lehine olacaktır.
Mavi Vatan sadece haritalarda değil, hukuki belgelerde de var olmak zorundadır.